< < Önceki Sayfaya Dön
Benzer Ürünler
AMBER TAŞLI TEVHİD YÜZÜK
AMBER TAŞLI TEVHİD YÜZÜK
AMBER TAŞLI TEVHİD YÜZÜK
DUA YÜZÜK

Amber Taşlı Tevhid Gümüş Yüzük (YO00233)

Marka : Vav Gumus
İndirim Oranı : %60 İndirim
Fiyat : ₺5.225,53(KDV Dahil)
İndirimli : ₺2.090,21(KDV Dahil)
₺197,49 'den başlayan taksitlerle
Yerli

Maden                      Gümüş  925   Ayar
Ağırlık         25,00 Gram
Maden Rengi   Siyah & Altın
Taş Rengi   Yeşil
Taş Cinsi   Kehribar
Tema   Duâ
Garanti Süresi (Ay)   24
Stok Kodu   YO00233

Tevhid: “Birlemek” “ Allah’tan başka ilâh olmadığına inanmak.” “Lâ ilâhe illâllah sözünü tekrarlamak” manalarına gelir. Tevhid denilince akla hemen “lâ ilâhe illâllah” kelamı gelir. Bu kelama "kelime-i tevhid" denilir ve Allah’tan başka hak mabut olmadığını ifade eder. 

Yüzüğün üstüne هو الله yani O, ALLAH'tır veya ALLAH O'dur, lafzı nakşedilmiş. İki yanına Osmanlı Tuğrası işlenmiş. Dört köşesine ise İslamın dört büyük Halifesi Hz. Ebubekir, Hz Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali Radiyallahuanhumaların isimleri kazınmış. Yüzüğün O, ALLAH'tır lafzı ünlü Osmanlı Hattatı Ahmed Karahisârî'nin, En'am sûresinin serlevhası örnek alınarak sekizgen olarak nakşedilmiş. 

Şimdi Ahmed Karahisârî'yi tanıyalım.

YAZININ YÜZÜNÜ AĞARTAN HATTAT: AHMED KARAHİSÂRÎ

Osmanlı öncesi hat sanatının en etkili üslubu olan Yâkut Ekolü’nün zarâfet ve dinamizmine kendi tarzında yeni bir soluk katarak, bu ekolün Anadolu’daki en önemli temsilcisi hâline gelen Ahmed Karahisârî, hüsn-i hatta gösterdiği kudret sâyesinde daha sağlığında “Yâkut-ı Rûm” ve “Şemsü’l-hat” olarak şöhret kazanmıştı. Hakkında söylenen şu beyit, mahâretine delîl olması bakımından zikre şâyândır:

Hatt-ı hûb içre beyâza çıkaran kendözünü

Yazının Karahisarî’dir ağartan yüzünü

Gerçekten de eserlerindeki itina, hüsn-i hattı sâdece yazmadığına, aynı zamanda bir nakkaş gibi işlediğine işâret etmektedir. Özellikle kâğıd üzerine yazmış olduğu hatlarında altını cömertçe kullanmış olan Karahisârî’nin, Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan en‘amında, yazıyı sınırlamakta kullandığı tahrîrlerin ve bazen dolgu unsuru olarak kullandığı örgelerin zarâfeti, nakkaşlıkta da mahâret sahibi olduğuna ve en önemlisi, hattın başlıca melekelerinden olan sabra fazlasıyla mâlik olduğuna delîl teşkil etmektedir.

Sürekli yeni arayışlar peşinde koşan, bilhassa sülüs ve celî yazılarının ağırbaşlı, fakat bir o kadar azâmetli terkiblerindeki zarâfet ile Osmanlı hat sanatında, kendi adı ile anılan yeni bir ekol oluşturmayı başaran Ahmed Karahisârî’nin, Kanunî Sultan Süleyman için muhakkak ve nesih hat ile yazdığı muhteşem Kur’an-ı Kerîm ile Ehl-i Hiref Teşkilâtı’na dahil edilerek, sultanın iltifâtına dahi nâ’il olması, hüsn-i hattaki kudretinin büyüıklüğüne delîldir. Halen Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan bu Kur’an-ı Kerim‘in, Kültür Bakanlığı tarafından tıpkıbasımı yapılmıştır.

San‘at yaşamı boyunca manevî evlâdı Hasan Çelebi, Ferhâd Paşa, Mütevellîzâde Derviş Mehmed Efendi, İbrahim Hüsnî Efendi, Amasyalı Mehmed Efendi, Hicâzî Süleyman Efendi ve Muhyiddîn Halife gibi çok sayıda hattat yetiştiren Ahmed Karahisârî’nin üslûbu, tilmizleri ve onların birkaç öğrencisi ile sınırlı kalmış ve Şeyh Hamdullah Üslûbu karşısında tutunamayarak, ne yazıkki tarihe karışmıştır. Ancak bu durum, onun hüsn-i hattaki müstesna mevki’ne asla gölge düşürmez. Zira her dönemde sitayişle takdir edilmiş olan celî hattındaki kudreti, Mustafa Rakım Efendi‘ye kadar Türk hat san‘atındaki etkisini devam ettirmiştir.

1469(?) yılında Afyon Karahisârı’nda dünyaya gelmiş olduğundan, memleketine nisbetle Ahmed Karahisârî ismiyle müştehir olan hattatın asıl ismi Ahmed Şemseddîn’dir. İbtidâ’î eğitimini memleketinde tamamladıktan sonra medrese eğitimi almak için gittiği İstanbul’da, Halvetî şeyhlerinden Karamanlı İshâk Cemâleddîn Efendi’ye intisâb edip ona halife olmuş, medrese eğitimini tamamladıktan sonra da tümüyle tasavvufa yönelmiştir.

Ahmed Karahisârî’nin hüsn-i hatla tanışması da, Şeyh Hamdullah’ın tilmizlerinden olan ve hattatlar meyanından “Cemâl Halife” namıyla yad olunan şeyhinin sayesindedir. Onun tesiri ile hüsn-i hatta heves ederek, aslen İranlı olup Otlukbeli Savaşı’ndan sonra Yavuz Sultân Selim’in emri ile İstanbul’a gönderilen san’atkâr grubu içinde yer alan Esedullah Kirmânî’den aklâm-ı sitte meşketmiştir. Yâkut Ekolü’nün önemli temsilcilerinden olan Esedullah Kirmânî’den başka, Sofî Yahya Efendi’den de istifâde etmiş olduğu nakledilmektedir. Şaşırtıcı olan, şeyhinin de hocası olmasına rağmen Şeyh Hamdullah ile yollarının kesişmemiş olmasıdır.

Ahmed Karahisârî’nin dönemin en büyük hattatı olan Şeyh Hamdullah’tan uzak duruşu, nev-i şahsına münhasır karakteri ile açıklanabilir. O, Şeyh ile aynı menbadan beslendiği halde kendi vadisinde akmayı tercih etmiş, ama nihayetinde denize ulaşamamıştı. Ancak, belki de sonunun hüsran olacağını bile bile giriştiği bu tatlı rekabet, şüphesiz Türk hat san‘atının kendine has çizgisini bulmasında büyük bir rol oynamıştır.

Ehl-i tarikat ve sofî-meşreb bir zât olup mücerret bir hayat geçirmiş olan Ahmed Karahisârîtüm dikkat ve mesaisini san‘atına hasretmişti. Onu tanıma şerefine nâ’il olanlar, uzun boylu, zayıf yapılı, temiz esvâblı ve nur gibi temiz sakallı olarak betimlemekte, Arapça ve Farsça’ya vâkıf, elsine-i selâsede şi’ir söylemeye muktedir olduğunu nakletmektedir.

Uzun ve verimli bir yaşam sürdükten sonra 1556 yılında şu fâni dünyadan göçüp giden Ahmed Karahisârî, ömrü boyunca hizmetinde kusur etmediği pîri İshâk Cemâleddîn Halvetî’nin Sütlüce’deki dergâhına defnedilmiştir. Bugün mevcut olmayan mezartaşı kitâbesini bizzat kendisinin kaleme aldığı, tarihini ise oğlu Hasan Çelebi’nin attığı mervîdir. Vefâtına Hüdâî Mustafa Efendi “göçdü hayfâ Karahisârî-i pîr” tarihini düşmüştür.

Dünyanın ve Türkiye’nin önde gelen müze ve koleksiyonlarını süsleyen çok sayıda mushâf, en‘am ve murakka‘ı bulunan Ahmed Karahisârî’nin, Süleymâniye Cami’nin ilk kubbe yazısı ile Uşşâkî Tekkesi Çeşmesi üzerindeki kelime-i tevhîd kitâbesini yazmış olduğu nakledilmektedir. Süleymâniye Cami’nin tezyîn işlerinin yapıldığı sırada ömrünün son günlerini yaşamakta olan üstâdın bu yazıları yazmış olması pek muhtemel 

görünmemektedir. İhtimâldir ki bu yazı manevî evlâdı Hasan Çelebi tarafından, nâmını tebcîl için hocasının eski bir kalıbından iktibâs edilmiştir. Öte yandan, 19. yüzyılda Abdülfettâh Efendi tarafından yenilenmiş olan bu yazı, ne yazıkki Karahisârî Üslûbu’nun hususiyetini yitirmiştir. 1562 tarihli olan Uşşâkî Çeşmesi’nin üzerindeki kitâbenin ise, onun yazısından kopya edildiği anlaşılmaktadır.

Kaynakça

 

Sicill-i Osmanî, III, s. 162; MeşhurHattatlar, ss. 107-112; Menâkıb, s. 25; Gülzâr-ı Savâb, ss. 59-60; Devhâtü’l-küttâb, ss. 9-10; Tuhfe-i Hattâtîn, s. 94; Hat ü Hattâtân, ss. 84-85; FâtihDevri, s. 24; Süheyl Ünver, Hat Sanatı Tarihi, ss. 53-59; ÜnlüTürkHattatları, ss. 49-64; MeşhurAdamlar, s. 133; OsmanlılarAnsiklopedisi, I, ss. 131-134.

OSMANLI TUĞRALARININ ANLAMI

Oğuzca Tuğrağ olup, Anadolu lehçesinde (ğ) söylenişinde zorluk olduğu için direk “Tuğra” olarak söylenerek yaygın hale gelmiştir. Padişahın basılmış şeklinde olan imzasına denilmektedir. Farsça olarak nişan “işaret” anlamına, Arapçası tevki yani “iz bırakma” anlamına gelmektedir. Büyük Selçuklular da ve Anadolu Selçukluları’nda tuğraların varlığına rastlanmaktadır. Şekil şeklinde olanları Osmanlı Devleti’nde ve Anadolu beyliklerinde görülmektedir.

Büyük Selçuklular’dan Eyyubilere ve oradan da Memlüklüler’e geçen tuğrada hükümdara ve babasına ait isim aşırı derecede harf uzantısı ile yer almaktadır. Anadolu beyliklerinde en eski tuğra Saruhan oğlu İshak bey’e ait 1374 tarihli gümüş paralarında yer almaktadır.

Osmanlı tuğrası padişahın isminin ve lakabının bulunduğu, yer aldığı imzaya denilmektedir. Aynı zamanda padişahın ve babasının ismi yer almaktadır. İlk olarak Orhan Gazi tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Tuğrada sadece Orhan Bin Osman şeklinde ifade yer almaktadır. Bu tuğra ilk olarak 1324 ve 1348 tarihinde kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey’e ait tuğra olmadığından 36 padişah arasından sadece 35 padişaha ait tuğra bulunmaktadır. Tuğralar arasında en iyi şekilde tasarlanmış olanı II.Abdülhamid’e ait tuğra kabul edilmektedir. Burada sizlere osmanlı tuğrasının özellikleri, manası, resmi, içinde ne yazıyor, çizimi, resmi, sırrı, türkçe anlamı anlatılmıştır.

 

 

Osmanlı tuğrasındaki sembollerin anlamları;

Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunur, asıl anlamın bulunduğu bölüme verilen isimdir. Burada padişahın ismi, babasının ismi, sahip oldukları ünvanlar, el-muzaffer daima duası bulunur.

Beyzeler: Tuğranın sol tarafında yer alan ve iç içe iki kavisli bölüm kısımından oluşan yerdir.

Tuğ’lar: Tuğranın üstünde yer alan “elif” harfi şeklindeki yukarı doğru uzanan uzantılara denilmektedir.

Zülfe: Tuğların yanında yer alan flama şeklinde kavislere denilmektedir.

Kollar(Hançere): Beyzeleri takip eden şeklinde paralel uzantılara denilir. Padişahların sağ üst köşelerinde “mahlas” şeklinde sıfatı da yer almaktadır.

 

Osmanlı Tuğrası’nın Kullanıldığı Yerler

Tuğranın büyüklüğü yazılan yazının ve belgenin içeriğine göre değişkenlik göstermektedir. Büyüklüğe bağlı bir uyum içerisinde yer alırdı. Tuğralar her zaman belge ve evrakların başında yer almaktadır. Hiçbir tuğra sonda yer almaz. Tuğraların sağ taraflarına çiçek deseni ve mahlas yazma sonraları ortaya çıkan bir durumdur.

Hiçbir Osmanlı tuğrası birbirine benzemez. İlk tuğra olan Orhan Gazi’ye ait olan olan tuğra diğer tüm tuğralara örnek olarak esinlenilmiştir. Zamanla arma şeklini alan tuğralar artık para, pul, evrak, senet, çeşme, cami, resmi daire, donanma, saray gibi birçok yerde yerini alarak kullanılmaya başlanarak devam etmiştir.

Tuğralar beylikler aracılığıyla Osmanlı Devleti’ne geçmesinden yıkılmasına kadar çeşitli yerlerde kullanılarak hat sanatında sanatsal bir kol haline gelerek, bugün birçok sanatsal faaliyetlerde yer alarak devam etmektedir. Hattatlar en güzel Osmanlı tuğrasını çıkarmak için kıyasıya uğraşmışlar ve içinde Kuran’ı Kerim’den ayetler, dualar, hadisler geçen tuğralar ortaya çıkmıştır.

 

Hat sanatının bir parçası olarak yıllardır bu sanatla birlikte günümüze kadar çizilerek gelmiştir. Osmanlı Hükümdar’ının yanı sıra şehzade, vezir-i azam, vezir, beylerbeyi, sancakbeylerinin devlet işlerinde kullanması için tuğra yerinde geçen pençe diye adlandırılan imza yerine geçen alametler kullandıkları görülmektedir. Pençe dediğimiz imzalar ile tuğra arasında ki en büyük fark tek ve çift kavisdir. Pençlerde tek, tuğralarda ise çift kavis yer almaktadır. Bugün birçok sanatsal tablo çalışmalarında yerini almış olan tuğralar, en güzel şekli ile göz zevkine hitap edecek şeklinde çizilmektedir.

 

Osmanlı tuğralarının diğer isimleri şu şekildedir; “alamet-i şerife”, “misal-i hümayun”, “tuğray-ı meymun”, “mekan-ı hakani”, “tuğray-ı garra”, “tevk-i ref-i hümayun”, “tevk-i hümayun”, “tevki-i refi”, “nişan-ı şerif-i alişan-ı sultan-i”, “tuğray-ı garray-ı sami”, “nişan-ı hümayun”, “misal-i meymun”, “nişan-ı şerif-i alişan-ı.”

KEHRİBAR (AMBER) NEDİR?

Çağlar öncesinde çam ağaçlarından sızmış reçinelerin taşıllaşmasıyla oluşmuş, süs eşyası yapımında kullanılan, açık sarıdan kızıla değin türlü renklerde olabilen, kolay kırılabilen, bir yere hızlıca sürtülüp hafif cisimlere yaklaştırıldığında onları kendine çeken, yarı saydam bir maddedir.

Kehribar taşı, etkileri nedeniyle şifalı taş sayılmaktadır. Bu taş, takı aksesuarı olarak çok sık bir şekilde kullanılmaktadır. Bunu örneklendirecek olursak, kehribar taşından yapılmış olan gerdanlık takısı, troid bezi ve de boğaz enfeksiyonlarının oluşumunu engeller. Astım ve bronşit gibi solunumla ilgili hastalıkların oluşmaması ve iyileşmesi, kehribar taşının insan sağlığına olan etkileri arasında yer almaktadır.

Çoğu insan alerji sıkıntısı yaşamaktadır. Bu olumsuz etkiler doğurabilen alerji sorunu, kehribarın iyileştirici gücü sayesinde önlenmektedir. Ağrılar için de, kehribar taşı büyük bir önem taşımaktadır. Yapılan gözlemler sonucunda özellikle de romatizmal ağrıları olan kişiler için kehribar taşı oldukça önemlidir. Bu taşın ağrıları giderme gücünden faydalanmak için, taşı ağrı bulunan yere sürmek yeterlidir. Böylece taşın sürüldüğü bölgedeki ağrıda azalma meydana gelir. Kehribar taşının sindirim sistemine de oldukça fazla olumlu katkıları bulunmaktadır. Kehribarın, bağırsakların düzenli ve sağlıklı çalışmasını sağlaması da en büyük özelliklerinden biridir.

 

cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR