Yüzüğün her iki yanımda Hiç'lik yazılıdır.
HİÇLİK
NEDİR
İnsanın hiçten var edildiğini ve Rabbinin Kuret, İlim
ve İrade gibi sıfatlarına, karşı hiç hükmünde olduğunu ifade eder.
TASAVVUFTA
HER ŞEY, “HİÇ”LİĞİ İDRAKTEN SONRA BAŞLAR
Tasavvufun mücâdelesi; iç âlemden, varlık, benlik,
gurur ve kibri kazıyıp atarak hiçlik ve yokluk hâlini idrâk ettirmektir.
Ârifler Sultânı Şâh-ı Nakşibend Hazretleri,
hâcegândan, yani ilim erbâbı hoca efendilerden idi. Buna rağmen, mânevî
intisâbının ilk yıllarında, insanların gelip geçtiği yolları temizlemiş,
hastalara, âcizlere, hattâ yaralı hayvanlara hizmet etmiştir. Bu şekilde, büyük
bir tevâzû ve hiçliğe bürünmüştür.
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de, kendisine ilimde
“Şemsüʼş-Şümûs”, yani “Güneşler Güneşi” denildiği bir zamanda, Abdullâh-ı
Dehlevî Hazretleriʼnin dergâhına gitmişti. Fakat Dehlevî Hazretleri onu
karşılamaya bile çıkmadı. Üstelik onu dergâhının ne mihrâbında, ne de
kürsüsünde vazifelendirdi. Önce enâniyetin bertarâfı ve hiçliğin tahsili için,
onu helâ temizliğiyle vazifelendirdi.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri de Bursa kadısı
iken, Üftâde Hazretleriʼnin dergâhında hiçlik ve yokluğa erebilmek için,
benzeri merhalelerden geçti. Süslü kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı.
Gurur, kibir ve enâniyeti bertaraf eden bu nevî merhaleler neticesinde, cihan
pâdişahlarına istikâmet veren, büyük bir mürşid-i kâmil oldu. Şimdiye kadar
sayısız kadı geldi geçti; fakat onlar içinde Hüdâyî Hazretleri, bu husûsiyeti
sebebiyle 400 seneden beri gönüllerde yaşamaya devam ediyor.
İşte tasavvufta her şey, “hiçlik” hâlini
idrâk ettikten sonra başlar.
Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla
yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için
yükseliyorlar.”[1]
“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir,
aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[2]
Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu
tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen
çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.
KEHRİBAR veya AMBER
Çağlar öncesinde çam ağaçlarından sızmış reçinelerin taşıllaşmasıyla oluşmuş, süs eşyası yapımında kullanılan, açık sarıdan kızıla değin türlü renklerde olabilen, kolay kırılabilen, bir yere hızlıca sürtülüp hafif cisimlere yaklaştırıldığında onları kendine çeken, yarı saydam bir maddedir.
Kehribar taşı, etkileri nedeniyle şifalı taş sayılmaktadır. Bu taş, takı aksesuarı olarak çok sık bir şekilde kullanılmaktadır. Bunu örneklendirecek olursak, kehribar taşından yapılmış olan gerdanlık takısı, troid bezi ve de boğaz enfeksiyonlarının oluşumunu engeller. Astım ve bronşit gibi solunumla ilgili hastalıkların oluşmaması ve iyileşmesi, kehribar taşının insan sağlığına olan etkileri arasında yer almaktadır.
Çoğu insan alerji sıkıntısı yaşamaktadır. Bu olumsuz etkiler doğurabilen alerji sorunu, kehribarın iyileştirici gücü sayesinde önlenmektedir. Ağrılar için de, kehribar taşı büyük bir önem taşımaktadır. Yapılan gözlemler sonucunda özellikle de romatizmal ağrıları olan kişiler için kehribar taşı oldukça önemlidir. Bu taşın ağrıları giderme gücünden faydalanmak için, taşı ağrı bulunan yere sürmek yeterlidir. Böylece taşın sürüldüğü bölgedeki ağrıda azalma meydana gelir. Kehribar taşının sindirim sistemine de oldukça fazla olumlu katkıları bulunmaktadır. Kehribarın, bağırsakların düzenli ve sağlıklı çalışmasını sağlaması da en büyük özelliklerinden biridir.