MİNE NEDİR VE MİNE SANATI
Mine çok
zarif bir bezeme biçimidir. Mine bezeme ve mine minyatür sanatı yüzyıllardır
bilinen ve yapılan bir el sanatı dalıdır. Yüzeyleri mineyle bezeme sanatı olan
"mine işi" büyük bir ustalık ve özen gerektirir; çünkü mine
genellikle çok kolay kırılır. En eski minelerin çoğu kırılıp kaybolmuş olduğu
için eski, ünlü sanatçıların yapmış olduğu mineler günümüzde çok ender ve
değerlidir.
Günümüzde bu
tür mine işi ender yapılmakta, kulüp ve okul rozetlerinde, nişanlarda, saç
fırçası ve el aynalarının arka yüzlerinde kullanılmaktadır. Kuyumcu mineleri,
levha ve rozetlerde sanayide ve kuyumculukta kullanılır. Metal üzerine
figüratif resim ve manzara kompozisyonları yapımında beğenilen bir yöntemdir.
Mine, metal
bir yüzeyin sert ve parlak bir cam katmanla kaplanmasıyla elde edilen bir
bezeme biçimidir. Mine yapmak için çok sıcak bir fırında özel bir ısıtma işlemi
uygulanarak metal ile cam kaynaştırılır. Dişlerin dış yüzeylerini kaplayan sert
ve parlak dokuya da diş minesi adı verilir. Mine sanatı altın, gümüş ve bakır
gibi değerli metallerin mine boyalarıyla süslenmesi temeline dayanmaktadır.
Mine, metal
nesnelerin parlak kırmızı hale gelen yüksek sıcaklıkta çeşitli maddelerin
eritilerek birleştirilmesiyle camsı bir yüzey olacak şekilde kaplanmasıdır.
Mine, Soda, Boraks, Silisyum, Kurşun Oksit karışımından oluşur. Mine
renksiz ve saydam bir camdır. Mineye rengi veren metal oksitlerdir. Mine,
temel olarak renksiz cam ile metal oksitlerin bileşiminden oluşur. Renk
veren oksitler tek başlarına veya değişik oranlarda kullanılarak çeşitli
renkler meydana getirir. Frit ya da Flux olarak isimlendirilen temel cam
maddelerinin oranı ile metal oksitlerin oranı minenin ısı altındaki sertlik ve
Parlaklık durumlarını belirler. Kurşun, potasyum ve soda minenin sertliğini,
parlaklığını veya yumuşaklığını belirler. Borax cam ile metal oksitleri
birbirine karıştırıp parçaların oluşumunu sağlar. Borax, potasyum ve soda,
minenin esnekliğini kontrol eder. Fazla Borax esnekliği azaltır, daha fazla
soda ya da potasyum ise esnekliği arttırır.[2] Bu denge kurulamazsa mine
metal ile kontak kuramayacak ve çatlayacak ya da atacaktır.
MİNE SANATI KISA TARİHÇESİ
Mısırlılar,
önce toprak kaplar üzerinde bir çeşit mine yaptıkları daha sonraları da firuze,
lacivert, mor ve zümrüt yeşili minelerle bezeli altın takılar ve mücevherler
imal ettikleri bilinmektedir. Eski Yunanlılar da mine işini öğrenmiş ve bazı
heykelleri mineyle süslemişlerdi.
Bizans
sanatında (İncil Kapakları, kutular, haçlar, ikonalar ve ikona çevreleri) İslam
sanatında El-Biruni'nin yapıtlarında mine tekniğine ilişkin bilgilere
rastlanmaktadır. Mine sanatındaki en erken İslam Eserleri Fustat'ta bulunmuş
olan Fatimiler döneminden kalma, altından yapılmış mücevherlerdir.
İspanya'da Kurtuba'da (Cordoba), Medinet üz-Zehra'da da Fustat'dakilere benzer
mineli mücevher ele geçmiştir. (11.-12.yy'lar). Artuklu Emiri Rüknettin Davut
için 12.yy'da hazırlanan bir bakır tas mine sanatının güzel örneklerindendir.
Osmanlı döneminde mine tekniği özellikle 17.yy'ın ikinci yarısında
yaygınlaşmıştır.
Rönesans
döneminde Avrupa'da yapılan mine minyatürler yapılmış, bu dönem
sanatçıları beyaz mine zemin üzerine metal oksitleriyle boyanmış ve üzeri
saydam bir mineyle kaplanmış portreler yapmışlardır. Londra'daki Victoria ve
Albert Müzesi'nde çok güzel bir mine koleksiyonu vardır.
MİNE
VE MİNE SANATI
Mine
çok zarif bir bezeme biçimidir. Mine bezeme ve mine minyatür sanatı
yüzyıllardır bilinen ve yapılan bir el sanatı dalıdır. Yüzeyleri mineyle bezeme
sanatı olan "mine işi" büyük bir ustalık ve özen gerektirir; çünkü
mine genellikle çok kolay kırılır. En eski minelerin çoğu kırılıp kaybolmuş
olduğu için eski, ünlü sanatçıların yapmış olduğu mineler günümüzde çok ender
ve değerlidir.
Günümüzde bu tür mine işi ender yapılmakta, kulüp ve
okul rozetlerinde, nişanlarda, saç fırçası ve el aynalarının arka yüzlerinde
kullanılmaktadır. Kuyumcu mineleri, levha ve rozetlerde sanayide ve
kuyumculukta kullanılır. Metal üzerine figüratif resim ve manzara kompozisyonları
yapımında beğenilen bir yöntemdir.
Mine, metal bir yüzeyin sert ve parlak bir cam
katmanla kaplanmasıyla elde edilen bir bezeme biçimidir. Mine yapmak için çok
sıcak bir fırında özel bir ısıtma işlemi uygulanarak metal ile cam
kaynaştırılır. Dişlerin dış yüzeylerini kaplayan sert ve parlak dokuya da diş
minesi adı verilir. Mine sanatı altın, gümüş ve bakır gibi değerli metallerin
mine boyalarıyla süslenmesi temeline dayanmaktadır.
Mine, metal nesnelerin parlak kırmızı hale gelen
yüksek sıcaklıkta çeşitli maddelerin eritilerek birleştirilmesiyle camsı bir
yüzey olacak şekilde kaplanmasıdır. Mine, Soda, Boraks, Silisyum, Kurşun
Oksit karışımından oluşur. Mine renksiz ve saydam bir camdır. Mineye rengi
veren metal oksitlerdir. Mine, temel olarak renksiz cam ile metal
oksitlerin bileşiminden oluşur. Renk veren oksitler tek başlarına veya
değişik oranlarda kullanılarak çeşitli renkler meydana getirir. Frit ya da Flux
olarak isimlendirilen temel cam maddelerinin oranı ile metal oksitlerin oranı minenin
ısı altındaki sertlik ve Parlaklık durumlarını belirler. Kurşun, potasyum ve
soda minenin sertliğini, parlaklığını veya yumuşaklığını belirler. Borax cam
ile metal oksitleri birbirine karıştırıp parçaların oluşumunu sağlar. Borax,
potasyum ve soda, minenin esnekliğini kontrol eder. Fazla Borax esnekliği
azaltır, daha fazla soda ya da potasyum ise esnekliği arttırır.[2] Bu
denge kurulamazsa mine metal ile kontak kuramayacak ve çatlayacak ya da
atacaktır.
MİNE
SANATININ KISA TARİHÇESİ
Mısırlılar,
önce toprak kaplar üzerinde bir çeşit mine yaptıkları daha sonraları da firuze,
lacivert, mor ve zümrüt yeşili minelerle bezeli altın takılar ve mücevherler
imal ettikleri bilinmektedir. Eski Yunanlılar da mine işini öğrenmiş ve bazı
heykelleri mineyle süslemişlerdi.
Bizans sanatında (İncil Kapakları, kutular, haçlar,
ikonalar ve ikona çevreleri) İslam sanatında El-Biruni'nin yapıtlarında mine
tekniğine ilişkin bilgilere rastlanmaktadır. Mine sanatındaki en erken İslam
Eserleri Fustat'ta bulunmuş olan Fatimiler döneminden kalma, altından
yapılmış mücevherlerdir. İspanya'da Kurtuba'da (Cordoba), Medinet üz-Zehra'da
da Fustat'dakilere benzer mineli mücevher ele geçmiştir. (11.-12.yy'lar).
Artuklu Emiri Rüknettin Davut için 12.yy'da hazırlanan bir bakır tas mine
sanatının güzel örneklerindendir. Osmanlı döneminde mine tekniği özellikle
17.yy'ın ikinci yarısında yaygınlaşmıştır.
Rönesans döneminde Avrupa'da yapılan mine minyatürler
yapılmış, bu dönem sanatçıları beyaz mine zemin üzerine metal
oksitleriyle boyanmış ve üzeri saydam bir mineyle kaplanmış portreler
yapmışlardır. Londra'daki Victoria ve Albert Müzesi'nde çok güzel bir mine
koleksiyonu vardır.
BOZKURT
DESTANI
Bozkurt Destanı, Çin kaynaklarında kayıtlıdır ve iki
ayrı söyleniş biçimi vardır. Ama bu ikisi arasında pek az fark vardır.
Birinci Söyleyiş
Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı.
Burada, Hunlarla aynı soydan olan Gök Türkler otururdu. Bir gün Göktürkler So
Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı.
Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir
kurttu.
Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri
olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara
ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.
Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan
Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar.
Bu baskında düşmanlar bütün Gök Türkleri yok ettikleri
gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi
kurt olan idi.
Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının
kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu.
Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan
seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez
Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.
Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, birçok çocukları
oldu. İçlerinden Asena adını taşıyan biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da
Aşina oldu.
İkinci Söyleyiş
Hunların bir boyu olan ve adına Aşina denilen Türk
boyu Hazar Denizinin batı taraflarında yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak
biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların
baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.
Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış
bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir
çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı. Hattâ içlerinden
acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu
öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü;
düşündükleri gibi yaptılar.
Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri
çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler.
O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt
göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da,
avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini
arttırdı.
Zamanla Bozkurt'un beslediği çocuk gürbüzleşti.
Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Aşina soyunu yok
eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun
yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek
istedi.
Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu
bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi
sezmişti, dişleriyle genci yakaladığı gibi denizin öte yanına geçirdi; orada da
durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek dağlarla
çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!
Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür
suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. Oğlanlar orada büyüdüler, orada
evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu
idi.
Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en
yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o oldu.
Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde
bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.
Aradan çok yıllar geçti. Aşina boyuna Asençe adlı bir
başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında ise Aşine boyu, bulundukları yerden
çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.