< < Önceki Sayfaya Dön
ANKA KUŞU ZİRKON GÜMÜŞ KOLYE
ANKA KUŞU ZİRKON GÜMÜŞ KOLYE

Zümrüdü Anka Kuşu Gümüş Kolye (H00260)

Marka : Vav Gumus
İndirim Oranı : %17 İndirim
Fiyat : ₺1.200,00(KDV Dahil)
İndirimli : ₺999,90(KDV Dahil)
₺94,47 'den başlayan taksitlerle
Yerli

Maden                      Gümüş  925   Ayar
Ağırlık        4,00 Gram
Maden Rengi   Roz
Taş Rengi   Siyah
Taş Cinsi   Zirkon
Tema   Aşk
Garanti Süresi (Ay)   24
Stok Kodu   H00260

 

 

ZÜMRÜ ANKA (SÎMURG-U ANKA) KUŞU 

 

Arapların Anka, İranlıların sîmurg adını verdikleri, Türkçede ise her iki şekliyle birlikte Zümrüdü Anka (sîmurg u ankā) olarak adlandırılan Ön Asya efsanelerindeki kuştur.

Farsçadaki kelime anlamı "otuz kuş" demek olan Anka kuşu için yine yaygın olarak; Devlet kuşu, Tuğrul, Hüma, Anka-yi mugrip, Sirenk, Zümrüt ve Zümrüdü Anka gibi isimleri kullanılır.

Efsanelere göre Kaf Dağı'nın tepesinde direkleri abanoz, sandal ve öd ağacından yapılmış köşk benzeri bir yuvada yaşayan Zümrüdü Anka'nın cüssesi ise çok iri olup "uçtuğu zaman hava kararır" ve "yağmuru mercan olan bir buluta benzer". Uçarken sel sesine veya gök gürültüsüne benzer sesler çıkarır. Ayrıca çok parlaktır, bakan gözler kamaşır. İnsanlar gibi düşünür ve konuşur. Çok geniş bilgi ve hünerlere sahiptir; kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yapar. Tüyleriyle sıvazlayıp yaraları iyi eder.

Otuz kuşun özelliğini taşıdığı için sîmurg olarak da bilinir. Anka kuşunda otuz kuşun rengi, büyüklüğü ve özellikleri olduğuna inanılmaktadır. Türk halk kültüründe renginin yeşil olduğuna dair inanışlardan dolayı Zümrüdü Anka olarak da bilinmektedir. Bir rivayete göre Cennet kuşuna benzer yeşil bir kuş olduğu için bu ad verildi.

KİMSEYE MUHTAÇ DEĞİL

Anka'nın en yaygın özelliği, kimseye muhtaç olmadan kendi başına yaşadığı için kanaati temsil etmesidir. Bundan kinaye olarak kanaat sahiplerine "ankāmeşrep", "ankā-tabiat" denir. Kaf Dağı gibi efsanevî bir yerde yaşadığı için bu kelimeyle birlikte çeşitli şekillerde kullanılır. "Kāf-ı kanâat beklemek" tabirinde görüldüğü üzere kanaat sahibi ve alçak gönüllü, her şeye ve herkese eğilmeyen, kimseye minnet etmeyen, uzlete çekilmiş kişileri ifade eder:

"Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz

Bir bölük ankālarız Kāf-ı kanâat bekleriz"

(Fuzûlî)

İsmi var cismi yok olduğu için bu sıfatla anılmak istenen şeyler için de kullanılır:

"Bî-vücûd olmak gibi yoktur cihânın râhatı

Gör ki sîmurgun ne dâmı var ne de sayyâdı var"

(Râgıb Paşa).

Yine bu özelliği sebebiyle kimseden bir şey beklemeden darda kalan herkese yardım eden bir varlık hüviyeti kazanır. Kaf Dağı'nı aşabilmek ve göğe yükselebilmek için Anka'ya binmek gerekir.

KÜLLERİNDEN DOĞMA

Anka kuşu, ölümünün yaklaştığını hissetmeye başladığı an kendisine kuru dallardan bir yuva inşa etmeye başlar ve bunu ne olduğu bilinmeyen bir zamkla sıvar. Daha sonra yuvanın içinde güneş ışınlarının kuru dalları yakarak yuva içinde ölmeyi bekler. Yanarak ölür ve sonrasında küllerinden doğar.

Anka kuşu düşsel dünyada yaratılmış ancak gerçekte somut bir varlık olmamasına karşın insanın manevi dünyasında büyük ve uhrevi anlamlar ifade eden bir varlıktır. Kendini küllerinden var eden Anka kuşunun dünyada sadece bir tane olduğuna inanılır.

Anka ile ilgili inançlar, kaynağını eski Mısır inançlarından almakla birlikte, Çin'den İran mitolojisine ve Müslümanlıktan Hristiyanlığa kadar geniş bir inanç alanına yayılır.
Türk ve dünya sanatındaki yerinden ayrı olarak İslamiyet sonrası dönemde Anka kuşu tasavvufi bir sembol olarak ayrıca şu şekilde anlamlandırıldı ; "Kâinatta tek bir yaratıcı vardır, tüm her şey ona aittir ve ondan izler taşımaktadır. Tüm canlılar için ölüm diye bir son vardır. Fakat tıpkı Anka'nın küllerinden yeniden doğduğu gibi ölümün ardından sonsuz bir yaşam aralanacaktır."

Anadolu Selçuklu sanatında bazı çift başlı kartal tasvirlerinin boynunda bir halka bulunması çift başlı kartalın Zümrüdü Anka sayıldığını açıkça gösterir.

TÜRK EDEBİYATINDA ANKA

Anka, sahip olduğu hemen bütün özellikleriyle ve etrafında gelişen çeşitli efsane, inanış ve telakkilerle Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında yer alır. Bu üç edebiyat ve kültür çevresinde efsanevî özellikleriyle ve değişik adlarıyla çeşitli teşbih, mecaz ve mazmunlar halinde geniş bir kullanıma sahip oldu.

Bilhassa divan edebiyatının manzum ve mensur metinlerinde müspet özellikleriyle zikredildiğinde renkli tüyleriyle bir cennet kuşu kabul edilerek Zümrüdü Anka diye adlandırıldı. Kaf Dağı'nda yaşaması, yükseklerden uçması ve kolay avlanamayışı gibi özellikleri sebebiyle ulaşılması çok zor durumları ifade etmek için de kullanılır. Sevgili, adı herkesçe çok iyi bilindiği halde kendisini görenin olmaması veya gözle görülemeyişi sebebiyle ankaya benzetilir. Onun âşığa iltifat etmesi ve yakınlık göstermesi ise âşığın başına devlet kuşu konması olarak kabul edilmiştir.

Şairler övünmek istedikleri vakit kendilerini, sanattaki üstün ve ulaşılması güç kudretlerini şiir ve hikmetin Kafdağı gibi erişilmesi imkânsız zirvelerinde yaşayan ankaya, velinimetlerini ise Zâl'e benzetirler.

"Öyle yaksın beni kim âteş-i reng-â-rengin

Mürg-i 'Anka çıka hâkister-i hâşâkimden"

İbnü'l Arabi'ye göre Zümrüdü Anka

"Anka, Allah'ın, içinde âlemin bedenini (ecsâd-ı âlem) açtığı hebâdan (toz) ibarettir" diyen İbnü'l-Arabî, ankayı bir toz yığını ve zerrecikler olarak düşünür. Bu toz yığınına ve zerreciklere şekil verilerek âlemin maddî ve cismanî varlığı ortaya çıkar yani Zümrüdü Anka aslında Aristo felsefesinde cismanî varlıkların şekilsiz maddesi olan heyûlâdan ibarettir. Hebânın hariçte, sûretten ayrı, gerçek ve bir aynî varlığı yoktur. Bu hebâ veya heyûlâya anka denilmesi, adının işitilir ve düşünülebilir olması fakat hariçte varlığının bulunmamasındandır. Sûret olmaksızın hebâ hiçbir şey ifade etmediğinden ona sebha (kumlu ve çorak yer) adı da verilir. Hebânın (heyûlâ) formunun dışında bir varlığı olmaması yani anka gibi adı var kendi yok bir şey olması itibariyle bir hiçtir (âdem). Ancak o varlıkların sûretini kabul edip onların şekillenmelerini temin etmesi itibariyle yine de bir şeydir, mutlak yokluk değildir."

 

Rivayet olunur ki

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş.

Kuşlar, Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

"Aşk denizi"nden geçmişler önce. "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar. "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar. Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp. Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş, oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış. Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş. Balıkçıl kuşu bataklığını…

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yok oluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

 

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: "Si"; "otuz" demektir, murg" ise "kuş". Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi Simurg"muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. (Feridüddin Attar'ın Mantıku't-Tayr adlı eserinden)

 

cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR