Attila Han

Attila Han, Hun, Avrupa, Türk

Attila Han

 

Attila (Latince: Attila,  434-453), Hun topluluklarının kralı olduğu 434 tarihinden, 453'teki ölümüne kadar Hun İmparatorluğu hükümdarıdır. Hükümdarlığı sırasında İmparatorluğunu dönemin Avrupasının büyük bölümünü kaplayacak şekilde genişletti. Öldüğü zaman idaresi altındaki topraklar batıda Cermanya, doğuda Ural Nehri, kuzeyde Baltık Denizi ve güneyde Karadeniz'e kadar uzanıyordu. Attila, imparatorluğun başında olduğu zaman diliminde Hunların yanı sıra, birçok Cermen ve İranlı kabileye, Ostrogotlara, Bulgarlara ve Alanlara da önderlik etti.

 

Attila, imparatorluğu sırasında Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarının en korkulan düşmanlarından birisi oldu. Tuna'yı iki kez geçti ve Balkanlar'ı yağmaladı, ancak Konstantinopolis'i ele geçirmeyi başaramadı. Perslere karşı yaptığı seferin başarısız olmasının ardından, 441'de Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na yaptığı akının başarılı olması, Attila'yı Batı'yı işgal etmeye cesaretlendirdi. Galya'yı ele geçirmek amacıyla Ren'i geçti ve Flavius Aetius önderliğindeki birlikler tarafından Katalon Muharebesi'nde ağır kayıplar ile durdurulana kadar Aurelianum'a kadar ilerlemeyi başardı.

 

İtalya'yı işgal etti ve kuzey vilayetlerini yağmaladı, ancak Roma'ya ilerlemedi. İlerleyen zamanlarda Roma'ya yönelik yeni seferler planladı, ancak 453'te ani bir şekilde öldü. Attila'nın ölümünden sonra, yakın danışmanı olan Gepid Kralı Ardarik, Hun egemenliğine karşı bir Cermen isyanı başlattı ve takibinde Hun İmparatorluğu Nedao Muharebesi ile beraber çöktü.

 

Attila ve idaresi altındaki Hunlar dönemin Avrupasında derin izler bıraktı. Dolayısıyla Attila ile ilgili metinlere Antik dönemlerden bugüne kadar rastlanmaktadır. Kendisi tarafından yapılan seferler Roma'ya oldukça zarar verdi. Önncesinde Hunların sebep olduğu Kavimler Göçü ile beraber direncini kaybeden Roma'nın kısa bir süre sonra çökmesine sebep oldu. Bu nedenlerden ötürü, ayrıca etnik kökeni ve dini nedeniyle, dönemin Hristiyan tarihçileri tarafından kendisine olumsuz bir imaj verildi. Zulüm ve ölüm ile ilişkilendirdi ve ona Tanrı'nın Kırbaçı ve Tanrı'nın Cezası gibi isimler verildi. Ancak başta İskandinav ve Cermen kültürleri olmak üzere diğer kültürlerde, kendisini konu edinen Sagalarda ve Nibelungen Destanı gibi destanlarda daha olumlu bir yer kapladı. Günümüzde Macarlar ve Türkler tarafından ulusal ve kurucu bir figür olarak anılmaktadır.

 

Kökeni 

 

Hunların batıya doğru ilerlerken izledikleri yol.

 

Hunların nereden geldiği ve diğer bozkır toplumları ile bağlantıları bugün hala tartışmalıdır. Kökenlerinin Hiung-nu insanlarının batıya göç eden bir grubuna uzanıyor olma ihtimali bulunmaktadır. Hunların, Gotları ve diğer Doğu Avrupa kabilelerini atalarının evlerinden sürmeleri 375 civarında, sonraki yıllarda Batı Roma'nın yıkılmasında önemli rol oynayacak olan Kavimler Göçü'nü ve toplu bir mülteci dalgasını tetikledi. 400'lerin başlarından itibaren Hunlar, Roma İmparatorluğu'nun yakınlarına yerleşmeye başladı ve 5. yüzyılın ilk yarısında Macaristan ovalarında kendi hükümdarlıklarını kurdular.

 

 

Dönemin kaynakları, Avrasya stepleri'nden geldiklerini ve Avrupa'da 4. yüzyılın sonlarında aniden ortaya çıktıklarını iddia etmektedir. Romalı yazarlar, Gotların topraklarına vahşi bir geyiği kovalarken ya da Kerç Boğazı'ndan Kırım'a giden ineklerinin peşinde koşarken girmiş olabileceklerini yazdılar. Jordanes, Gotların Hunları kötü ruhların ve cadıların soyundan gelen bir halk olarak gördüklerini belirtmiştir.

 

Öncesi

 

Hunlar ile dönemin Avrupalılarının ilk temasları 4. yüzyılın sonralında olsa da ilk zamanlarda Hunlar bu bölgeye sadece yağma için geliyorlardı. Bazı zamanlar Kafkasya bölgesinden veya Balkanlar üzerinden Doğu Roma topraklarına akınlar düzenleseler de bu bölgeleri yurt edinmemişlerdir. Hunların Oltu Nehri'nin doğusunu bir idare merkezi olarak kullanmaya başlamaları ilk defa Uldız zamanında olmuştu. 400 yılında Uldız, birliklerini Muntenya bölgesinden yönetmeye başladı. Uldız'ın döneminde devletin sınırları Tuna Nehrinin batısına kadar uzandı.

 

 

 

Uldız'ın ölümünden Rua'nın yönetimine kadar geçen sürede Hunlarla ilgili bilgiler oldukça azdır. Yönetiminin başlarında Rua, daha sonra 430'da Burgundlar'a karşı bir askerî harekât sırasında ölecek olan kardeşi Oktar ile birlikte hüküm sürdü Hunlar, 422'de Rua komutası altında tekrar çevre bölgere baskınlar düzenlemeye başladı. Konstantinopolis surlarına kadar ulaştılar ve Doğu İmparatorluğu'nu yıllık haraca bağladılar. Doğu Roma ile uzun süre savaşmalarına karşın Hunların Batı Roma ile ilişkileri oldukça iyiydi. Öyle ki 424'te Kuzey Afrika'da Hun askerleri Romalılar için savaşmışlardı. Ayrıca zaman zaman Flavius Aetius'un komutasına savaşmaları için Hun askerleri verilmişti.

 

Erken dönem hayatı

 

 

5. yüzyılın ilk yarısında Hunlar tarafından kontrol edilen bölgeler.

Attila'nın babası Muncuk, beşinci yüzyılın başlarında birlikte Hun İmparatorluğu'nu yöneten Oktar ve Rua'nın kardeşiydi. Bu tarz diarşi yönetimler Hunlar'da yaygındır, ancak tarihçiler bunun yerleşmiş bir uygulama mı, yoksa ara sıra mı meydana geldiğinden emin değillerdir. Ailesi asil bir soydan gelmekle beraber, bir kraliyet hanedanı oluşturulup oluşturulmadığı belirsizdir. Attila'nın doğduğu tarih ve doğum yeri kesin olarak bilinmemektedir. Panunya bölgesinde doğmuş olma olasılığı yüksektir. Doğum tarihi olarak bazı tarihçiler 395 ve 406 yıllarını göstermektedirler ancak bu tarihleri hayal ürünü bulan ve dördüncü yüzyılın son on yılı ile V. yüzyılın başlarını gösteren tarihçiler de bulunmaktadır.

 

Diğer bütün Hun çocuklarında olduğu gibi, Attila da bir at binicisi ve okçu olarak yetiştirildi. Raporlar, soylu bir ailenin üyesi olması sebebiyle, iyi eğitim almış birisi olduğunu göstermektedir. Ana dili olan Hunca, Hunların konuştuğu, muhtemelen Türk dilleri ailesine mensup olan bir dildi[ ancak ailesi yönetici sınıfın bir parçası olduğu için dönemin gerekliliği olarak Gotların dilini de öğrendi. Priskos, ayrıca yetişkinliğinde Latince ve Grekçe de konuştuğunu ve yazdığını bildirmiştir.

 

Attila, hızla değişen bir dünyada büyüdü. İçinde yaşamakta olduğu halkı, Avrupa'ya daha yeni gelmiş göçebelerden oluşuyordu. 370'lerde Volga Nehrini geçtiler ve Alanların topraklarına yerleştiler. Ardından Karpatlar ile Tuna arasındaki Got Krallığına saldırdılar. Askeri birliklerinin temelini oluşturan atlı okçuları yenilmezlik konusunda ün kazanmış, savaş alanında oldukça hareketli savaşçılardı ve Cermen kabileleri onlara karşı koyamıyordu. Hunlardan kaçan büyük kitleler, Cermanya'dan batıya ve güneye, Ren ve Tuna kıyıları boyunca Roma İmparatorluğu sınırlarına yerleşmeye başladılar. 376'da Vizigotlar Tuna'yı geçti ve Doğu Roma'ya sığındılar. İlk zamanlarda imparatora bağlı kalsalar da kısa süre sonra Valens'e isyan ettiler ve 378'de Hadrianapolis Muharebesi'nde imparatoru öldürdüler. Çok sayıda Vandal, Alan, Suevi ve Burgund topluluğu, Hunlardan kaçmak için 31 Aralık 406'da Ren Nehri'ni geçerek Batı Roma kontrolündeki Galya'yı işgal etti. Roma İmparatorluğu 395'ten beri ikiye bölünmüştü ve biri Batı'da Ravenna'dan, diğeri ise Doğu'da Konstantinopolis'ten olmak üzere iki farklı hükûmet tarafından yönetilmekteydi.

 

Hunlar, etnik açıdan çeşitli halklardan oluşan bir seçkin grubun iradesiyle belirlenen belirsiz sınırları olan geniş bir bölgeye hükmetmekteydi. Bu halklardan bazıları Hunlar olarak asimile edilmiş olsa da, birçoğu kendi kimliklerini korudu ancak Hun hükümdarının hakimiyetini kabul etti. Hunlar, Batı Romalıların yaşadıkları birçok sorunun dolaylı kaynağı konumundaydı, çeşitli Cermen kabilelerini Roma topraklarına sürüklemişlerdi. Ancak iki imparatorluk arasındaki ilişkiler yakın ve samimiydi. Romalılar Hunları paralı asker olarak Cermenlere karşı kullanmış ve hatta iç savaşlarında dahi Hun askerler yer almıştı. Bu sayede gaspçı Joannes, 424'te III. Valentinianus'a karşı topladığı orduya binlerce Hun askeri alabilmişti. Bu operasyonu daha sonra Magister militum olacak olan Flavius Aetius yönetti. Romalılar ile Hunlar arasındaki bu ittifak 401'den 450'ye kadar sürdü ve Romalılara çok sayıda askeri zafer kazandırdı. Hunlar, Romalıların kendilerine haraç ödediğini düşünürken, Romalılar bunu sunulan hizmetler için yapılan ödemeler olarak görmeyi tercih etti. Attila, amcası Rua'nın başta olduğu sırada, reşit olduğu dönemde Hunlar büyük bir güç haline gelmişti. Konstantinopolis Patriği olan Nestorius, bu konuda duyduğu rahatsızlığı şu sözlerler belirtmişti: "Onlar (Hunlar), Romalılara hem efendi hem de köle oldular".

 

Tahta geçiş

 

434 yılında, Rua'nın ölümü, birleşik Hun kabilelerinin idaresini kardeşi Muncuk'un iki oğlu olan, Attila ve Bleda'nın ortak idaresine bıraktı. Hun kabileleri başa geçecek kişiyi sadece miras yolu ile değil, aynı zamanda varisin askeri, diplomatik ve ekonomik kabiliyetlerine de bakarak belirliyordu. Dolayısıyla, Rua'nın ölümünün ardından tahtın devredilmesi muhtemelen barışçıl bir süreç olmamıştı. Attila ve abisinin tahta geçmesinin ardından, Rua'nın yeğenleri ve hatta çocukları olabilecek Mamas ve Atakam adındaki iki aile üyesinin bazı Hun soyluları ile birlikte Konstantinopolis'e kaçmış olması bu sebepten ötürü olabilir. Daha sonraları Attila ve Bleda, Doğu Romalılarla bu Hun kaçaklarının -muhtemelen yönetimde hak iddia edebilecekleri endişesi ile- teslim edilmesi için defalarca talepte bulunacaktı.

 

Birinci Bizans seferi

 

 

Ertesi yıl Attila ve Bleda, imparatorluk heyeti ile Margus'da bir araya gelmiş ve avantajlı bir anlaşmaya varmışlardı. Ayrıca anlaşma Hunlara özgü bir şekilde at sırtında yapılmıştı. Doğu Romalılar, kaçakları iade etmeyi, önceki 350 Roma poundu (yaklaşık 115 kg) altın haraçı ikiye katlamayı, pazarlarını Hun tüccarlarına açmayı ve Hunlar tarafından esir alınan her Romalı için sekiz Solidi fidye ödemeyi kabul etti. Anlaşmadan memnun kalan Hunlar, Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarından ayrıldılar ve belki de imparatorluklarını sağlamlaştırmak ve güçlendirmek için Alföld'deki evlerine döndüler. II. Theodosius, bu fırsatı Konstantinopolis'in duvarlarını güçlendirmek, şehrin ilk deniz duvarını inşa etmek ve Tuna boyunca sınır savunması oluşturmak için kullandı.

 

Sonraki birkaç yıl boyunca Hunlar, Sasani İmparatorluğu'nu işgal ederken Roma'nın görüş alanının dışında kaldılar. Ancak Ermenistan'daki bir karşı saldırı, Attila ve Bleda'yı fetih planlarından vazgeçmeye zorladı. 440'lı yılların başlarında Hunlar, Theodosius'un taahhütlerini yerine getiremediğini ve Margo Piskoposunun Tuna nehrini geçip kuzey kıyılarındaki Hun mezarlarını tahrip edip yağmaladığını iddia ederek Bizans İmparatorluğu'na saldırdı. Tuna'yı geçerek nehir üzerindeki kaleleri yerle bir ettiler.

 

Roma İmparatorluğu'nun başka bölgelerinde yaşanan olaylar geçici olarak Konstantinopolis'in dikkatini dağıtmıştı. Hunlar Tuna boyunca şehirlere saldırırken, Genserik liderliğindeki Vandallar Batı Roma eyaleti Afrika'yı ve başkenti Kartaca'yı ele geçirdi. Kartaca, Batı İmparatorluğu'nun en zengin vilayeti ve Roma için ana besin kaynağıydı. Ayrıca Sasani Şahı II. Yezdicerd 441'de Ermenistan'ı işgal etti.

 

Romalı birlikler, Afrika'daki Vandallara karşı bir sefer düzenlemek için Balkanlardan ayrılmış ve Sicilya'ya yollanmışlardı. Bu durum, Attila ve Bleda'nın önündeki Balkanlar'ı tamamen savunmasız bıraktı. Hun ordusu sınır bölgelerindeki şehirleri yağmaladı. Singidunum, Sirmium ve civar şehirleri ele geçirdi. Ardından ateşkes ilan edildi ve 442 yılı boyunca ateşkes devam etti. Bu süre içerisinde Theodosius, askerlerini sınırlara geri getirme ve gelecek saldırılara karşı hazırlıklar yapma fırsatı buldu. 442 yılında Theodosius, Sicilya'daki birliklerini geri çağırdı ve Hunlara karşı koyabilmek için büyük miktarda yeni para tertipledi. Bütün bu hazırlıkların ardından Hunları yenebileceğine inanan Theodosius, Attila ile Bleda'nın taleplerini reddetti.

 

Doğu Roma İmparatorunun kendilerine karşı çıkması üzerine Hunlar 443 yılında tekrardan harekete geçti. Romalılar, bu saldırılar sırasında ilk defa Hunların Koçbaşı ve Kuşatma kulesi kullandıklarına şahit oldular. Hun birlikleri Ratiara ve Naissus şehirlerini başarıyla ele geçirdi ve halkı katletti. Naissus'u kuşatmadan bir süre sonra ziyaret eden Priskos, şehirde gördükleri ile ilgili şunları söylemiştir, "Naissus'a vardığımızda şehri yağmalamış ve terk edilmiş bulduk; kiliselerde sadece birkaç hasta insan yatıyordu. Nehirden kısa bir mesafede, açık bir alanda durduk. Nehir kenarındaki bütün bölge savaşta öldürülen adamların kemikleriyle doluydu."

 

Nišava boyunca ilerleyen Hunlar, daha sonra Serdica, Philippopolis ve Arcadiopolis'i aldı. Konstantinopolis'in dışında Aspar tarafından kumanda edilen bir Roma ordusuyla karşılaştılar ve yapılan muharebede Roma ordusunu yok ettiler. Ancak şehre ilerlemek istediklerinde Hunların elinde başkentin çifte duvarlarında gedik açabilecek bir imkan yoktu ve geri çekildiler. Buna rağmen, Callipolis yakınlarında ikinci bir Roma ordusunu daha yendiler.

 

Etkili bir direniş gösteremeyen Theodosius, yenilgiyi kabul ettiğini bildirmek için Anatolius'u barış şartlarını müzakere etmeye gönderdi. Varılan yeni anlaşmanın koşulları öncekinden çok daha sertti: İmparator işgal sırasında antlaşmanın şartlarına uymadığı için ceza olarak 6.000 Roma poundu (yaklaşık 2000 kg) altını vermeyi kabul etti; yıllık haraç üç katına çıkarıldı ve 2,100 Roma poundu (yaklaşık 700 kg) altınına yükseltildi; ve her Romalı mahkum için 12 solidi fidye ödendi. Taleplerinin karşılanması üzerine Hunlar tekrardan kendi topraklarına geri döndüler.

 

Hükümdarlığı

 

Hun birliklerinin Bizans topraklarından çekilmelerinden kısa bir süre sonra, 444 kışı sonu veya 445 baharı sırasında Bleda hayatını kaybetti. Attila'nın kardeşinin ölümünde etkisi olup olmadığı ya da Bleda'nın başka nedenlerden ötürü öldüğü konusunda çok sayıda söylenti olmakla beraber, dönemin kaynaklarının olayı bildirmek dışında herhangi bir bilgi içermemesi sebebiyle gerçek hala belirsizdir. Kardeşinin ölümünün ardından Attila, Hun kavimlerinin tek ve mutlak hükümdarı olmuştu.

 

İkinci Bizans seferi

 

445 yılında Attila'nın elçileri Bizans hükümdarından Hun tutuklularının iadesini talep etti ancak o sırada diğer düşmanlarıyla görece barış içerisinde olan, dolayısıyla herhangi bir savaş için hazır askerleri bulunan Bizanslılar bu talebi reddetti. Bununla birlikte, 440'ların ortalarında Bizans İmparatorluğu, oldukça ağır bir dizi kargaşa ve doğal afet ile karşı karşıya kaldı. 27 Ocak 447'de, büyük bir deprem Konstantinopolis'de oldukça ağır hasarlara sebep olmuş, ayrıca Theodosian Duvarı'nın büyük bölümünü yıkmıştı. Bu deprem, Trakya vilayetinde pek çok kasaba ve köyü harap etmiş, yeni salgınlara yol açmış ve halihazırda devam etmekte olan kıtlığı daha da ağırlaştırmıştır.

 

Attila'nın ziyafeti, Mór Than tarafından Bizans büyükelçisi Priskos'un (en sağ altta) yazmış olduğu tasvirlere dayanarak çizilmiştir. (1870)

 

 

Attila, Bizans içerisinde yaşanan bu sorunları taleplerini kabul ettirmek için bir fırsat olarak gördü. Tüm birliklerini seferber etti ve Balkanlarn kuzeyindeki Daçya'ya ilerledi. Marcianopolis'te konuşlanmış Roma birlikleri Hun askerlerinin ilerleyişini durdurmak istese de Utus Muharebesi'nde ağır bir yenilgi aldılar. Bölgedeki askeri gücün yok edilmesi ile birlikte Hun birlikleri bütün Trakya'yı yağmaladılar. Bizans imparatoru II. Theodosius dikkatini başkenti savunmaya vermişti. Depremlerden zarar gören duvarları onarmak ve bazı yerlerde eski surların önüne yeni bir sur hattı daha inşa etmek için insan gücü toplamaya odaklandı. Belki de bu sebeple Attila Konstantinopolis'e saldırmaktan vazgeçti ve bunun yerine Yunanistan'ı işgal etmeyi ve yağmalamayı tercih etti. Attila'nın birlikleri Lamya'ya kadar ilerledi ve yanlarında yağmalardan elde ettikleri büyük miktardaki mal ile birlikte geri çekildiler.

 

Ardından gelen barış görüşmelerinde, Attila kazanan taraf olarak elini güçlendirmişti ve sonuç olarak ağır taleplerde bulundu: Ödenen vergideki artışa ek olarak, Tuna'nın güneyinde yer alan, üç yüz mil uzunluğunda ve beş günlük yürüme mesafesindeki geniş Roma topraklarının kendilerine bırakılmasını talep etti. Sınırın bu şekilde kaydırılması, sembolik değerinin yanı sıra, Hunlara taktiksel avantaj sağlayacak ve olası bir Roma saldırılarına karşı bir tampon bölge görevi görecekti.

 

Müzakerelerer sebebi ile Hunlar ve Romalılar arasında yoğun ve çeşitli bir diplomatik hareketlilik yaşandı. Bu müzakerelerin bir parçası olarak, Saray mensubu olan Priskos büyükelçi olarak Attila'nın başkentine gönderildi ve 449 baharında Attila'nın korumalarından birisi olan Edecão Konstantinopolis'e gitti. Theodosius, kendisine yapılan taleplerin ağır yükümlülüklerinden kurtulmak istiyordu. Dolayısıyla, aynı yılının yazında görünüşte barış anlaşmasını sonuçlandırmak isteyen, ancak asıl amacı Attila'ya yapılacak bir suikasti gizlice organize etmek olan bir elçiyi Hun başkentine gönderdi. Bu amaç için Attila'ya yakın ve o sırada büyük bir prestij ve güç sahibi Edecão'ya elli pound altın ödendi.  Ancak Edecão, bu planı Hun kralına ifşa etti ve sonucunda Romalılar çok daha büyük bir aşağılama ile karşı karşıya kaldılar. Bu başarısızlığa rağmen Theodosius, geçen süreyi birliklerini güçlendirmek için kullandı ve müzakereleri durdurmayı başardı. 450 yılında kabul edilen barış antlaşması 447'den önceki bölgesel durumu aynen korudu ve miktarı bilinmeyen bir haraç ödenmesi karşılığında Romalı mahkumların geri gönderilmesini sağladı.

 

 

 

 

Galya seferi

Öncesi

 

 

440'ların sonuna kadar Attila, Roma'nın fiili lideri Flavius Aetius ile yakınlığı sayesinde Batı Roma ile iyi ilişkiler içerisindeydi. Romalı aristokrat, 433 yılında Hunlar arasında sürgün olarak kısa bir süre geçirmiş, zaman zaman Attila'nın amcası Rua ile işbirliği yapmış ve Attila'nın kendisine sağladığı birliklerden batıdaki savaşlarda kişisel olarak yararlanmıştır. Ancak zaman içerisinde iki taraf arasında gerilim oluşmaya başladı ve Hunlar'ın Batı Roma ile ilgili fikirleri değişti. 449'da Salland Frankları arasındaki bir taht kavgası başlamış, Attila ölü Frank kralının büyük oğlunu desteklerken, Ravenna ve Aetius onun kardeşini desteklemişti. Aynı zamanda Vizigotlara karşı savaşan ve onlardan çekinen Genserik'in hediyeleri ve diplomatik çabaları da Attila'nın planlarını etkilemiş olabilir.

 

450 yılında İmparator III. Valentinianus'un ablası Honoria, Attila'dan yardım istedi. İmparator siyasi çıkarlarını desteklemek amacıyla, ablasını eski bir senatörle evlendirmeye karar vermişti. Bu evlilikten kaçınmak isteyen Honoria, mühür yüzüğünü Attila'ya gönderdi. Honoria, mektubunda Attila'ya "Augustus" olarak hitap etmişti ve muhtemelen kendisine evlilik sözü vermişti. Bu talep Attila'ya Batı İmparatorluğu'na yapacağı bir saldırıyı meşrulaştırması için iyi bir fırsat sundu. Attila, muhtemelen savaş nedeni olarak kullanabilmek amacıyla, Galya'nın kendisine çeyiz olarak verilmesini talep etti.

 

Valentinianus, olanları öğrendikten sonra Honoria'yı idam ettirmek istese de annesi Galla Placidia'nın kendisini ikna etmesi üzerine ablasını sürgün etmeyi tercih etti. İmparator, sözde evlilik teklifinin meşruiyetinin şiddetle reddedildiğini Attila'ya bildirdi. Bu sırada Bizans imparatoru Marcianus onu Hunlara karşı direnmesi için cesaretlendirdi ve yardım edeceğine söz verdi. Attila, Honoria'nın masum olduğunu, teklifin meşru olduğunu ve haklı olarak kendisine ait olanı talep etmeye geleceğini ilan etmek için Ravenna'ya bir elçi gönderdi.

 

 

451 baharında Attila, Hunları ve vasalları olan Gepidleri, Ostrogotları, Alamanları, Herulileri, Ren Franklarını (Salland Frankları Romalılar ile müttefik olmuşlardı.) ve başka birçok Cermen kabilesini bir araya getiren bir ordunun başında Galya'ya karşı bir sefer başlattı. Ordunun toplam kaç kişiden oluştuğu bilinmemekle birlikte, dönemin standartlarına göre çok sayıda olduğu ve dolayısıyla yavaş hareket ettiği öngörülebilir. Belgica'ya vardığında Jordanes, ordunun yaklaşık yarım milyon adamdan oluştuğunu söylese de, modern tarihçiler bu sayının yüz bin kişi civarlarında olmasının daha kabul edilebilir olduğunu söylemektedir.Attila, teslim olmayı reddeden Metz şehirini kuşattı. Aylar sonra, 7 Nisan 451'de şehrin güney duvarı yıkıldı ve uzun süren direnişten dolayı öfkeli olan Hunlar yerel halkın tamamını katletti. Saldırıya uğrayan diğer şehirlerin bazıları, piskoposlarını anmak için yazılan hagiografik biyografiler ile belirlenebilmektedir. Nicasius, Rheims'teki kilisesinin sunağının önünde katledildi; Saint Genevieve'nin Paris'i ve Servatus'un Tongeren'i dualarıyla kurtardıkları yazılmıştır. Ayrıca, Troyes piskoposu Lupus, Attila ile şahsen görüşerek şehrini kurtarmasıyla tanınır.

 

Bu sırada, içerisinde Flavius Aetius ve Avitus'un da bulunduğu bir delegasyon Attila'nın durmadan batıya doğru ilerleyişini sebep göstererek Vizigotlar'ın kralı I. Theodorik'i Romalılarla ittifak kurmaya ikna etti. Attila, birliklerini iki ana gruba ayırdı ve ilk grup Kuzey Fransa'yı yağmalamaya odaklanırken, bizzat Attila tarafından komuta edilen ikinci grup doğrudan Orléans'a ilerledi. Ancak şehrin direnmesi üzerine Hun birlikleri şehri haftalarca kuşatmak zorunda kaldı. Bu kuşatma, Flavius Aetius komutasındaki Romalılara ve Kral Theodorik'e, yapılacak savaş için gerekli olan orduları toplamalarına zaman verdi.

 

Kuşatma altındaki şehir düşmek üzereyken birleşik Roma kuvvetleri 14 Haziran'da bölgeye varmayı başardı. Bunun üzerine Attila kuşatmayı kaldırdı ve ikiye ayırdığı ordusunun geri kalan bölümü ile yeniden birleşmek için birlikleriyle geri çekildi Aetius geri çekilen Hun ordularını takip etti ve düşmanı ile genellikle Katalununum yakınlarında olduğu varsayılan bir yerde karşılaştı. Attila, düzlük bir yerde savaşarak atlı birliklerini en iyi şekilde kullanabilmek istediğinden bu bölgeyi özellikle tercih etmişti.

 

 

Muharebe

 

 

 

Savaşın seyri. (Hun birlikleri mavi, Roma birlikleri kırmızı ile gösterilmiş.)

 

Jordanes'e göre, ana muharebeden önceki gece, Romalılarla müttefik olan Franklardan bazıları ile Attila'ya sadık Gepidlerden bir grup birbirleri ile karşılaştı ve çatıştılar. Jordanes, çatışmada her iki taraftan da 15.000 kişinin can verdiğini yazmıştır. Attila, uygun bir savaş alanına varmadan önce Aetius'un kendisini yakalamasını önlemek için geri çekilme yolunda taktiksel bir gecikme uygulamıştı. İki ordu, 20 Haziran dolaylarında Katalunya Çayırlarında bir yerde karşı karşıya geldi.

 

Hun gelenekleri sebebiyle Attila, savaş günü sabahı şamanlardan bir kurban kesip bağırsaklarını incelemelerini istedi. Şamanlar, savaştan sonra Hunların başına bir felaket gelebileceği, ayrıca iki ordunun liderlerinden birisinin öleceği kehanetinde bulundular. Attila bunun üzerine öğlene kadar saldırıyı erteledi. Böylece savaşın sonu gün batımına denk gelecek, yenilgi durumunda birliklerinin savaş alanından kaçma şansı olacaktı.

 

Jordanes'e göre, muharebenin yapılacağı yer olan Katalon ovasının bir tarafında keskin eğimi olan bir sırt bulunuyordu; bu bölge savaşın odak noktası olacaktı. Hunlar ilk önce sırtın sağ tarafını ele geçirirken, Romalılar sırtın solunu ve tepeyi ele geçirdiler. Jordanes, birleşik Roma ordusunun, Vizigotların sağ tarafta, Romalıların solda ve sadakatlerinin şüpheli olması sebebiyle Alanların ortada olacak şekilde dizildiğini söylemiştir. Hun birlikleri tepeyi almaya çalışsa da, Aetius komutasındaki Romalılar daha hızlı hareket ederek bölgeyi ele geçirmeyi başardılar.

 

Vizigotlar'ın lideri Theodorik, muharebesi sırasında nasıl olduğu kesin olarak bilinmese de hayatını kaybetti. Jordanes'in yazdıklarına göre Amal Gotlarına karşı savaşan adamlarını idare ederken hayatını kaybetmişti. Theodorik'in atından düştüğünü ve hücum eden askerleri tarafından fark edilmeden ezilerek öldürülmüş olabileceğini veya bir mızrak ile öldürüldüğünü belirtir.

 

Savaş alanındaki mücadele oldukça ağırdı ve iki tarafta da çoktan on binlerce kişi can vermişti. Jordanes'in anlattığına göre, savaşın ilerleyen kısmında Vizigot birlikleri Attila'nın şahsi muhafızlarına kadar ilerlemiş ve Hun hükümdarını kendi kampına kadar geri çekilmek zorunda bırakmışlardı. Ardından Attila, kamp alanının etrafının at arabaları ile çevrelenmesini emretti. Taraflardan herhangi biri galip gelemeden havanın kararması üzerine ordular kendi kamplarına çekilmeye başladılar. Kral Theodorik'in oğlu Thorismund, müttefik hatlarına geri dönmek isterken yanlışlıkla Hun kampına girdi. Çıkan çatışmada yaralansa da kurtulmayı başardı. Karanlık ayrıca Aetius'u kendi adamlarından ayırdı. Ordusunun mağlup edildiğinden korktuğu için gecenin geri kalanını Got müttefikleriyle geçirdi.

 

Ertesi gün, savaş alanını ölmüş askerlerin bedenleri ile doluydu, ayrıca Hunlar da herhangi bir saldırı da bulunmamışlardı. Romalılar ve Gotlar, bir sonraki hamlelerine karar vermek amacıyla tekrardan bir araya geldiler. Attila'nın birliklerinin erzak konusunda sorun yaşayacağını, ayrıca olası bir karşı saldırı da ok yağmuru ile Hunları def edebileceklerini bildiklerinden dolayı Romalılar ve Gotlar, Hun kampını kuşatmaya başladılar. Bu çaresiz duruma rağmen Attila boyun eğmemişti. Düşmanlarına kendisini öldürme mutluluğunu yaşatmamaya kararlıydı. Dolayısıyla ele geçirilme ihtimaline karşı kendini yakmak için bir cenaze ateşi hazırlanmasını emretti.

 

Attila kampında kuşatılmış haldeyken, Vizigotlar kayıp krallarını ve oğlu Thorismund'u bulmakla uğraşıyorlardı. Uzun bir aramayıştan sonra, Theodorik'in cenazesini bulmayı başardılar ve Jordanes'in belirttiğine göre bedenini kahramanca şarkılar eşliğinde kamplarına taşıdılar. Babasının ölümünün ardından öfkelenen Thorismund Hun kampına saldırmak istese de Aetius buna müsaade etmedi. Jordanes'e göre Aetius, Hunlar tamamen yok edilirse, Vizigotların Roma İmparatorluğu ile olan ittifakı bozup daha da büyük bir tehdit haline gelmelerinden korkuyordu. Bu yüzden Aetius, Thorismund'u kardeşleri tarafından el konulmadan hızla eve dönmeye ve babasından kalan tahtı sağlama almaya ikna etti.[75] Aetius'un vermiş olduğu bu karar üzerine kapana kıstırılmış olan Hun birlikleri imha edilmek yerine oldukları yerde bırakıldı ve Roma birlikleri evlerine doğru yola çıktılar. Aetius'un bu kararı vermesinde Attila ve Hunlar ile aralarında tekrardan bir barış sağlamak istemiş olması olasılığı da bulunmaktadır. Sonuç olarak, ağır kayıplarla da olsa Hun ordusunun batıya ilerleyişi durdurulmuştu.

 

Bazı küçük başarılara rağmen, Attila'nın Galya'daki seferi başarısız oldu. Attila hem bölgede kendisine müttefik bulamadı hem de birleşen rakipleri kısmen de olsa daha güçlü olduklarını kanıtladı.[76] Kayıpları çok fazlaydı ve ayrıca yağma ile elde ettiği ganimetin bir kısmını bölgede terk etmek zorunda kalmıştı. Bütün bu maddi zararların yanında Attila, savaş alanında bu şekilde bırakılmasını bir barış teklifi olarak değil, muhtemelen kendisine yapılmış bir hakaret olarak görmüştü. Dolayısıyla hem otoritesini hem de prestijini geri kazanmak için hızlı hareket etmesi gerektiğinin farkındaydı.

 

 

Etimoloji

 

Birçok bilim insanı, "Attila" adının Doğu Cermen kökenli olduğunu iddia etmektedir; Gotça veya Gepidce "baba" anlamına gelen atta isminin sonuna, "-cık", "-cik" e benzer bir küçültme eki olarak -ila eklenmesi ile Attaila (Küçük baba) isminin meydana geldiği söylenmektedir. Söz konusu etimoloji teorisi ilk olarak 19. yüzyılın başlarında Jacob ve Wilhelm Grimm kardeşler tarafından önerildi.

 

Bazı başka bilim insanları ise ismin kökeninin Türk dillerinden geldiği söylemiştir. Omeljan Pritsak, "Attila" adının *es (büyük, ulu) ve *til (deniz, okyanus) ifadelerinin sonuna, son ek /a/'nın gelmesi ile beraber oluşmuş birleşik başlık adı olduğunu öne sürdü. Vurgulu arka hece olan tiles ön ekini sertleştirdi ve böylece as halini aldı.. Sonuç olarak "Okyanusal, evrensel hükümdar" anlamına gelen attíl- (<* etsíl <* es tíl) biçiminde tekil bir isim oluştuğunu söyledi. J. J. Mikkola ise ismin āt (nam, şöhret) kelimesinden geldiğini öne sürdü. Bir başka teoride ise H. Althof (1902), ismin Türkçedeki atlı süvari veya Türkçe at ve dil kelimeleri ile ilgili olabileceğini düşünmüştür.  Maenchen-Helfen, Pritsak'ın teorisinin "dahice ama birçok nedenden ötürü kabul edilemez" olduğunu savunurken, Mikkola'nın önerisini "ciddiye alınamayacak kadar zorlama" olduğunu ifade etmiştir. M. Snædal benzer şekilde, bu önerilerin hiçbirinin geniş çevrelerce kabul görmediğini belirtmiştir. Attila isminin kökeninin Türk dillerinden geldiğini söyleyen önerileri eleştiren Gerhard Doerfer, "Kral VI. George'un isminin kökeni Yunanca'dan, I. Süleyman'ın ismi ise Arapça bir kökenden geliyor. Ancak bu onları ne Yunan ne de Arap yapmıyor. Dolayısıyla Attila'nın isminin Hun kökenli olmaması kabul edilebilir." diyerek konu hakkındaki görüşünü açıklamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler: Attila Han, Hun, Avrupa, Türk
Mart 09, 2021
Listeye dön
Kategoriler
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR